Yirmi sekiz günlük kısıtlamanın ardından birkaç asker arkadaş çarşı iznine çıktık. Küçücük ilçede para harcayacak yer arıyor; dört saatlik izne bir aylık meşgale sığdırmaya çalışıyoruz. Yemek yedik, çay içtik, dondurma yedik, çekirdek çitledik, çarşıyı baştan başa üç kere turladık, internet kafede savaş oyunları oynadık ve hala önümüzde nasıl öldüreceğimizi bilmediğimiz iki saat var. Ne yapalım şimdi diye tartışırken gelin şu bahçede nargile içelim dedim. Çay bahçesi de gerçekten bahçe ama. Her Anadolu kasabasında olduğu gibi ortada su oyunlarıyla oynayan bir çocuk heykeli, etrafında ağaçlar –birkaç üzüm asması bile var-, ağaçların altında masalar, masalarda kimi dalgın kimi mutlu insanlar. Biz de bir ağaç gölgesindeki masada yerimizi aldık.
Sohbet, muhabbet, kahkaha, nargile, çay, kahve, soğuk meşrubat… her şey tam hayal ettiğimiz gibi. Uzun süredir ilk defa kendimi bu kadar insan hissediyor; hayatımın askerlikten sonraki kısmıyla ilgili hayallere dalıyorum. ‘’Gül satarım, fal bakarım’’ cümlesiyle o ana ve o mekana döndüm ve dalgınlıktan sıyrılmış olmanın ilk şaşkınlığıyla mı, kadının yüzündeki boncuk boncuk ter yüzünden mi yoksa başka bir sebepten mi bilemiyorum ‘’Abla soğuk bir şeyler iç istersen, biraz otur, soluklan deyiverdim. Oturdu. Kırk elli yaşlarında bir kadın (kadınların yaşını ancak böyle yuvarlak sayılarla tahmin edebilirim). Yüzündeki dövmeler dikkatimi çekti. Belirli bir figür değil, yazı değil, yeşil yeşil büyükçe noktalar ve o noktaları birbirine bağlayan kalın çizgiler var alnında, çenesinde. Burnunun tam ucunda da yine büyükçe koyu yeşil bir nokta var.
Garson masamızı bilmem kaçıncı defa meşrubatla donatırken arkadaşlardan biri ‘’Abla’’ dedi gülerek ‘’Gül verecek kimsemiz yok, kahve isteyelim fal bakacaksan’’ dedi. Kadın onunkine benzer bir gülücükle mukabele ederek ‘’Kahveye gerek yok, insanın kaderi fincanda telvede değil, elinde, el falı bakarım ben’’ diye cevapladı. Zamanımız çok, askeriyenin o katı disiplininden , olan ve olması muhtemel her şeyi kalın çizgilerle belirginleştiren o boğucu rutininden sıkılmış ruhlarımızda çöldeki bir vaha etkisi yarattı kadının bu cümlesi. Ben ablanın el kelimesini gerçek anlamda kullandığını bildiğim halde muzipliğine ‘’O konuda iki görüş mevcut, elinde değil diyenler de var’’ dedim. Abla ‘’he he, senin de iki elin var zaten’’ dedi ve sağ elimi ayası yukarı gelecek şekilde sol avucuna koydu, birkaç saniye hiçbir şey demeden baktı. Sonra elimi elinde tutmaya devam ederek ama sanki onu orada unutmuş gibi elimle hiç ilgilenmeden gözlerimin içine bakarak birkaç cümle söyledi. Diğer arkadaşların fallarına bakarken sabırsız bir arkadaşımız ikide bir elini uzatarak ‘’Abla sıra bende, noolur şimdi benimkime bak’’ deyip duruyor ama abla her seferinde onu es geçiyordu. Nihayet masada falına bakılacak kimse kalmayınca arkadaş iki elini de kadına doğru uzatarak ‘’Hadi bakalım’’ dedi. Kadın kışladaki komutanların o soğuk ve keskin sesiyle ‘’Hayır olmaz, bakmayacağım’’ dedi. Arkadaş şaka sanıp ‘’Hadi ya, nedenmiş o’’ deyince kadın bu sefer ‘’Temiz değil, olmaz, kesinlikle olmaz’’ diye cevap verdi. Arkadaş ‘’Tamam şimdi gidip yıkar gelirim’’ dedi. Biz mesele çözüldü diye düşünürken abla ciddiyetini biraz daha artırmış olarak ‘’Öyle değil, olmaz, sen de biliyorsun’’ dedi. Ben korkmaya başlamıştım açıkçası. Hayır bir tatsızlık çıkacak diye değil, acaba arkadaşın ölümcül bir hastalığı mı veya gelecekte onu bekleyen büyük felaketler mi var diye düşünüyordum. Arkadaş iyice bozulmuş ve biraz da paniklemiş bir halde elini zorla kadının avuçlarına tutuşturmaya çalışıyor ve bir yandan da ‘’Parasıyla değil mi’’ diyordu. Kadın ‘’Önce baktıklarım paramı versin, adam başı beş lira’’ dediğinde kadının asla arkadaşın eline dokunmayacağını anlamıştım, bir kargaşa çıkmadan önce ücretini tahsil etmek istiyordu çünkü. Her birimiz beşer lira verdik kadına. Falına bakılmayan arkadaş ‘’Al on lira da benden, hadi benim elime de bak’’ dedi. Kadın onunki hariç tüm parayı özenle katlayıp şalvarının cebine koydu sonra arkadaşın ucunda on lira duran eline son kez iki adım mesafeden –bana iğrenti gibi gelen bir ifadeyle- bakarak ‘’Bu halde hiçbir şey göremem, kirli, karanlık, git gusül abdestini al önce’’ dedi, sonra sakince sırtını dönüp kapıya doğru yürümeye başladı.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!