İnternetiniz yokken veya kapalıyken Twitter’dan çıkabilirsiniz ama tekrar giremezsiniz. Bu cümleye bir anlam evreni oluşturarak onu hayata, ölüme bağlayabilirim. Avrupa Birliği ile ilişkilendirebilir, borsa analizi, Dolar’ın yükselişi, altın fiyatları veya istediğim başka bir konuyu açıklamak için de kullanabilirim bu cümleyi. Her akşam analistler, siyaset bilimciler hatta devlet adamları aynı şeyi yapıyor televizyonda. Karmaşık meseleleri anlatmak için böyle bir örnek buluyorlar ve onun üzerine bir hüküm inşa ediyorlar. Suriye’yi, Libya’yı anlatırken; Osmanlı’nın çöküşünün sebeplerinden bahsederken ‘’Kurbağayı suyun içine koymuşlar, sonra yavaş yavaş ısıtmışlar’’ ya da ‘’Bir fili daha yavruyken küçücük bir kazığa bağlamışlar, fil büyüdüğü halde kazıktan kurtulamayacağını düşünmüş yaaa işte böyle’’ örneklerini veriyorlar. Şimdiye kadar duyduğum en güzel örneklemeyi ise Demirel yapmıştı. Gazeteci kriz döneminde ‘’ Efendim, Türkiye ekonomisi batar mı sizce’’ diye sormuş; Baba gülümseyerek şöyle buyurmuştu: ‘’Türkiye ekonomisi gemi değil; kayıktır. Binaenaleyh batmaz’’. İşte bu yüzden derler ki Kelile Ve Dimne asırlar boyunca sultanların, kralların başucu kitabı olmuş. Çünkü ihtiva ettiği fabller, örnekler devlet yönetiminden dostuluğa, rekabetten düşmanlığa insan hayatını ilgilendiren hemen hemen her duruma uyarlanabilir.
Ya da kitap tahlili yazayım bugün. Mesela İnsanın Dört Zindanı. Şimdi efendim insan tarih, tabiat, toplum ve benlik olmak üzere dört adet zindanın içine doğar ve hayatı bu şekilde geçer. Ancak bu zindanları aşmanın yolları da vardır. İlk üç zindandan ilim, bilim, felsefe ve teknoloji ile kurtulmak mümkünken en amansızı olan benlik zindanından sadece inanç ve aşkla kurtulabilirsin. Evet kitabın tahlili bu kadar. Kitabın kendisi de bu kadar hatta. Sizi okuma külfetinden kurtardım. Kitap tamam da yazı bu kadarla kalamaz. En az dört yüz beş yüz kelime olmalı.
Altı yaşındaki oğlum dün ‘’Baba Allah ne renk’’ diye sordu. Cevap veremedim, nice bocalamadan sonra ‘’Nasıl yani’’ diyebildim sadece. ‘’Acaba hangi takımı tutuyor’’ demez mi. ‘’Bilmiyorum’’ deyince, benim düşünemediğimi düşündü ve ‘’Belki rengi olmadığı için görmüyoruz’’ dedi. Bunu mu yazsam. Bir iki tasvir, birkaç diyalog cümlesi ekledim mi mis gibi hikaye. İlmi bir denemeye de temel yapabilirim hikayeyi. Çocuklarda soyut düşünme, dini eğitimin yaşı kaç olmalı falan.
Ne yazsam, bugün ne yazsam acaba? Aslında gördüğünüz gibi konu çok. Benim eksiğim konu bulmak değil benim en büyük hastalığım tembellik. Biraz irade şevk ve heyecan olsa iki kelimenin açılımı olan yüzlerce sayfa yazabilirim. ‘’Kız ağlıyordu’’ iki kelime. Kıza bir aile bulunur, ona bir çevre yaratılır, okuduğu okul, çalıştığı iş yazılır. Onu ağlama anına getiren hayatı detaylı bir şekilde anlatılır. Bir sevgili yazılır mesela, bir aşk, buhran, çalkantı, sosyoloji, psikoloji, din… Al sana iki kelimelik roman: Kız ağlıyordu.
İrade olduktan sonra yazmak da kolay yaşamak da aslında. Ama benim gibi yaşamaya üşenenler yazamaz. Ya da tersi. Veya alakası yok, bilemiyorum. Gördüğünüz gibi bu zihin akışını da sayfalar boyunca sürdürerebilirim… Kafka gibi şöyle diyeyim en iyisi editörüme “Bugün yazmaya değer bir şey yok” Evet evet tembelliğimi böyle gizleyeyim en iyisi.
Cevapla
Want to join the discussion?Feel free to contribute!
Yazacak çok şey varken yazılanı yaşamak, gayet üşengeç bir cesaretle yangının tavanda ki parçayı düşürüp sigarayı yakmasını beklemek tuhaf bir duygu. Bir o kadar da manidar. Dünya zaten herşeyi oldurmak ve öldürmek için yeterince acele ediyorken, biraz daha izleyebiliriz bence..
500 kelimelik bir makale yazdıktan sonra sonda “Bugün yazmaya değer birşey yok” diyerek Kafka düşüncesine yeni bir akım getirdiniz abi 🙂
Yaşamaya tahammül edenler yazar.
Biz de bazı günler maalesef lisanı hal ile “bugün yaşamaya değer bir şey yok” diyip günü 5 kuruşluk zaman doldurmalarla geçiriyoruz. Kumbarayı büyük meblağlarla doldurmak varken hem de.
Yazmaya üşendiğini yazarak anlatmak…
yazar biz değiliz kitapta, ağlayan kız olabiliriz ancak.